Sozialen Medien

Yalanın İcadı (The Invention of Lying) Konusu ve İncelemesi; Yalan mı, Gerçek mi Siz Karar Verin…

Dürüstlüğün keskin çizgilerine ve aldatmacaların hem yararlı hem de zararlı olabildiğine daha yakın ve daha derin bir duyarlılık gösteren 2009 yapımı romantik komedi filmi bu hafta Netflix’de yayınlandı.

Yalanın İcadı nadir bir başarıdır. Özel ve kamusal yaşamımızın en yaygın ve en az tartışılan yönlerinden biri olarak yalan söylemeyi bilmeyen bir dünya düzeni düşünün. İki yüzlülüğün bu kadar yaygın olduğu zamanlarda, her şeyi tüm çıplaklığı ile söyleyen ve tüm yalan kelimesinin anlamını dahi bilmeyen insanları izlerken kendimizle yüzleşmek için mükemmel bir fırsat.

The Office ve BBC’nin Extras dizileriyle adından söz ettiren ödüllü yazar ve oyuncu Ricky Gervais ile yönetmen ve yazar Matthew Robinson komik, düşündürücü, yalan söylenmeyen bir film var ederler. Herkes sonuçlardan endişe duymadan gerçeği söyler, hatta aşırı patavatsızca da diyebiliriz.

Dikkat Spoiler İçerir…

Burada yargılama ve gerçeği söyleme çok acımasızcadır. Dünya standartların altında kalanlar kendilerini kaybedenler olarak lanetler ve tabii etrafındakilerde. Ne kadar acımasız ya da bencil olursa olsun ”ezikler” öne çıkanlara öfkelenerek kendilerini rahatça ifade ettikleri için dünyada değişik bir düzen oluşmuştur. Bizim için filmdeki en önemli şeylerden biri, dürüstlüğün bizi tehdit eden, korkutan, dehşete düşüren veya çıldırtan parçalarını bludgeon olarak kullanılabilir gerçeğidir.

Mark Bellison (Ricky Gervais) hayatı çok sıradan geçmiştir ve artık 40’lı yaşlarındadır. Durum böyle olunca da psikolojik olarak down olup sürekli ezik olduğuyla yüzleşmektedir. Özel hayatı, fiziksel şartları, işi ve aile yaşantısında sürekli eksilere düşen Mark işini kaybetmekle de burun burunadır. Bilim ve tarih belgesellerinin çekildiği bir şirkette çalışan Mark’ın patronu (Jeffrey Tambor) herhangi birini kovmaktan nefret etse de sıkıcı ”Kara Veba” dönemini insanlara sevdiremediği için onu kovmak zorunda kalır.

Sekreter Shelley (Tina Fey) onun ayrıldığını görmekten ne kadar çok mutluluk duyduğunu ve onu hiç bir zaman sevmediğini açıkça yüzüne söyler. Film şirketindeki en popüler yazar olan Brad Kessler’da (Rob Lowe) Mark’ın çalışmalarına saygı duymadığını hatta ondan nefret ettiğini çok güzel ifade eder. Üzüntü ve karamsarlıkla boğuşan Mark’ın birde boyundan büyük işlerle uğraştığı özel hayatı vardır.

Şaşırtıcı derecede güzel olan Anna’ya (Jennifer Garner) yıllardır aşıktır ve bir arkadaşının aracılığı ile zorla randevu ayarlar. Kendisini kapıda selamlayan ve “Nasılsın?” sorusuna şaşırtıcı bir cevap veren Anna’nın tek amacı kendi gibi mükemmel DNA’lara sahip bir eş bulup evlenip çocuk yapmaktır. Herkes pat küt gerçekleri söylediği için film boyunca çok absürt diyaloglar geçiyor. Hatta bazen içinizden ya hu onuda söyleme artık diyorsunuz.

Örnek olarak Anna ile Mark’ın akşam yemeğine gittiği restoranda siparişleri getiren garsonun Anna’ya içeceğinizden bir yudum aldım demesi gibi. Tabii bunun dışında bir direk yüzüne ne kadar çirkinsin, senden nefret ediyorum tarzı söylenmese de yalana girmeyecek sözler var. Aslında yalan hayatlarından çıkıp insanlar sadece ve sadece gerçekleri konuşunca doğal olarak iki yüzlülük ve riyakarlıkta hayatlarından çıkmış ve insanlar aşırı patavatsız ve düşüncesiz olmuşlardır.

Konumuza dönersek o akşam Anna, Mark’a kesinle genetik olarak uymadıklarını sadece çok ısrar edildiği için akşam yemeğini kabul ettiğini söyler. Tabii birde Mark’ın yüzüne bakıp evlenirlerse ikisinin %50 genetik yapılarının çocuklarına geçme ihtimali olduğu için Mark gibi şişman ve domuzcuk burunlu olmalarını istemediğini söyler. Tabii bunlara ek olarak Mark’ın muhtemelen işsiz kalacağını parasız olduğunu da fazlasıyla açık bir şekilde yüzüne söyler.

İşten kovulduktan sonra dairesinden atılmayla karşı karşıya kalan anti-kahramanımız, bu dünyada yalan söyleyen ilk kişi olacaktır. Kalan son parası olan 300 doları çekmek için bankaya gittiğinde sistemin çöktüğünü öğrenir. Hesabını göremeyen çalışan ne kadar çekmek istediğini sorar ve işte o an Mark’ın beyninde bir şeyler farklı çalışır ve 800 dolar çekmek istediğini söyler. İşte o anda sistem geri gelir ve her şeyin dibine kadar gerçek olduğu dünyada vezneci söylediklerinin doğru olduğunu varsayar ve sistemlerinde hata yaptıkları için özür diler 800 dolarını Mark’a verir. Yalan söylemenin ne kadar kolay olduğuna şaşıran Mark için artık işler tamamen değişir.

Daha önceki hayatında karşılaştığı bütün zor durumda olan insanlara yardım etmeye çalışır. Sokakta yaşayan evsiz bir adama, sürekli intihar etmeyi düşünen ve yöntemlerini araştıran komşusuna, en iyi arkadaşı alkolik Grey’e ve ölmek üzere olan annesine… Tabii işler hep böyle gitmez yalanın doğurduğu farklı olaylar çıkar ortaya. Annesi ölüm döşeğindeyken onu rahatlatmak için öldüğünde sevdiklerimizle buluştuğumuzu, herkesin bir malikanesi olacağını, istediğimiz herşeyin gerçekleşeceği, acı ve endişe olmayan bir yere gideceğimiz sonsuzluk vizyonunu anlatır. Buna şahit olan doktor ve hemşireler şaşkınlıkla onu dinlerler.

Söylediği bu sözler, Mark’ın ölümden sonra sonsuz bir hiçlik yerine bir ahiret tanımladığını yayarken, bizimde vakıf olduğumuz cennet hakkında insanlar daha fazla bilgi sahibi olmak için Mark’ın evinin dışında toplanmaya başlar. Bütün bu olayların içinde Anna’da Mark’ın daha yakınındadır ve ona insanlara bir açıklama yapması için ikna eder. Mark bütün gece düşünür ve bir hikaye uyduruyor bunları yayınlarken de yazılarını iki pizza kutusuna yapıştırır. Konuşmalarından sonra ortaya “Gökyüzündeki Adam” kavramı çıkar. Bizim var oluşumuza sebep, kaderimizi tayin eden yaratıcının varlığını anlatır yani insanlara vahiylerini sunar. İyilik, felaket, yargılama ve merhamet ile ilgili ayrıntıları anlatır. Artık elimizde çakma bir peygamber vardır. Mark ayrıca, eski çalıştığı işinide kurtarır tabii attığı yalanlar ile.

Herkes o kadar körü körüne inançlıdır ki kimsenin yalan kavramından dahi haberi yoktur. İşini kurtaran ve döneminin en iyi senaryo yazarı olarak ün ve servet kazanan filmde böyle bir şey anılmasa da çakma peygamber sayılan Mark’ın hayatında yeni bir bölüm oluşur. Bu başarılı yalancıya kalan tek meydan okuma, genetik olarak mükemmel potansiyeli olan eski işinde ki ünlü yazar Brad’dir. Brad Mark’ı üzmek için Anna’nın kalbini kazanır.

Yalanın İcadının berraklaştırdığı noktalardan biri, tüm yalanların katı reddinin tamamen çirkin olduğu. Bugün insanlar beyaz yalanlar dahil her türlü aldatmacayı haklı çıkarabilirler. Montaigne yalancılar üzerine denemelerinde söylediği bir sözü hatırlıyoruz.

“Eğer doğru gibi yalanın da bir yüzü olsaydı, onunla çok iyi ilişkiler içinde olurduk. Zira, yalancının söylediğinin tam tersini kabul edecektik. Oysa doğrunun ters yüznün bin bir şekli ve sınırsız bir alanı vardır.”

Benzer şekilde, dinler mutlakiyetçilik ile Tanrı, gerçeklik, etik ve öbür dünya hakkında birçok yoruma tabidir. Cennetin rahatlatıcı açıklamaları filimde hayal gücümüzden ve bunun ötesinde bir yaşam arzusundan çıkarılmışa benziyor. Dini inançlarınız ne olursa olsun, ölümden sonra ne olacağını kesin olarak bilemiyoruz bu bir gizem. Gervais ve Robinson, bizi başka bir dünyaya götürerek kendimize anlattığımız hikayelerle, dürüstlüğün keskin kenarları ile başa çıktığımızı ve her gün yapılması gereken karmaşık seçimleri görmemize yardımcı oluyor. Özel ve kurumsal yaşamlarımıza hem zarar verecek hem de düzeltebilecek yalanlara tanıklık ediyoruz. Filmi aşırı keyifli buldum. İzlemeyenler için bütün detayları anlatmış sayılsamda izlemek aşırı keyif veriyor tabii yerseniz…

Daha çok bu tarz yazılar okumak isterseniz sosyal medya kategorimizi ziyaret edebilirsiniz.

Film izlemeyi seviyorsanız Film.BuradaBiliyorum.Com sitemizi, Dizi izlemeyi seviyorsanız Dizi.BuradaBiliyorum.Com sitemizi forumlarla ilgileniyorsanız Forum.BuradaBiliyorum.Com adresini ziyaret edebilirsiniz .

Ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert

Schaltfläche "Zurück zum Anfang"
Schließen

Please allow ads on our site

Please consider supporting us by disabling your ad blocker!