Prof. Gordon Arbuthnott ile beyin mekanizmaları ve davranışlar üzerine
Profesör Arbuthnott özellikle hareket fonksiyonları bozuklukları ve Parkinson hastalığı üzerine yaptığı çalışmalar ile biliniyor. Kendisi halen Okinawa Bilim ve Teknoloji Enstitüsü’nde (OIST) ekibi ile birlikte çalışmalarını yürütüyor. Biz de bu kıymetli bilim insanı ile Okinawa’daki laboratuvarlarında sizler için bir söyleşi gerçekleştirdik.
Okuyucularımıza kendinizden biraz bahseder misiniz?
İskoçya’nın kuzey doğusunda bulunan Aberdeen şehrinde büyüdüm. Buradaki yerel okullara gittim ve sonrasında üniversitede kimya bölümüne kayıt oldum. O zamana kadar biyoloji ile ilgili hiç bir çalışma içinde olmamıştım fakat üniversitenin 2. yılında aldığım fizyoloji dersi ile biyolojiye karşı ilgim oluştu. Açıkçası, o zamanlar Aberdeen’de tıp fakülteleri dışında fizyoloji okutulmuyordu fakat hocamız bu dersi bize de öğretmeye karar vermişti. Hocamız fizyoloji alanındaki çalışmaları ile takip eden yıllarda önemli ödüller almıştı. Gerçekten benim için heyecan verici bir dersti bir yıl içinde tıbbi fizyoloji hakkında iyice bilgiler elde etmiştim. Daha sonra kendisi beni doktora yapmaya davet etti. Bu fikre çok sıcak baktım sonuçta kendi şehrimde bilgi daracığımı geliştirme fırsatını yakalamıştım. Doktora yıllarımda flüoresans mikroskoplar kullanıyordum. Amacım, bu mikroskobu kullanarak beyinde difüzyona uğrayan maddeleri anlayabilmekti. Çalışmalarım sırasında hocamla tartışıp ferritin üzerinden beyindeki difüzyonu anlamaya çalışıyorduk. Bir süre sonra önemli bulgulara ulaştık. Bu sırada İsveçli bir grupta farklı yöntemler kullanarak beyindeki difüzyonu sorguladığını fark ettim.
Bu arada doktoramı bu metotları geliştirerek dopaminin ve adrenalinin beynin korteks bölgesindeki difüzyonu üzerindeki çalışmalarımla tamamladım. Daha sonra Stockholm’de bir fizyolog olarak kimyasal anatomistler ile birlikte bir yıl bu konular üzerinde çalışmalar yaptım. Burada daha çok anatomik çalışmalarda bulundum, açıkçası özel teknisyenlerinde olduğu 20 kişilik bir grupta herkesin yoğunlaştığı bir konuyu çalışmak her ne kadarda fizyoloji çalışmaları yapamasam da benim için çok güzel bir deneyim oluşturmuştu.
Daha sonra Aberdeen’e geri döndüm. Burada öğretim görevlisi olarak çalışmalarımı sürdürdüm. Bu dönem içerisinde yazdığımız projelere önemli finansal destekler aldık. Aynı zamanlarda ilk kez dopaminin motivasyonel davranışlarda önemli rol oynadığını aydınlatan bir makale Nature’da yayınlandı. Fizyologlar için inanılması güç bir gelişmeydi zira motivasyonel davranışlara çok basit bir açıklama getiriyordu. Bu konular ile ilgili çeşitli tartışmalara katılıyorduk. Edinburgh’tan bir grup ile de bu tartışmalarımı sürdürdüğüm sırada çalışmalarımı orada sürdürmem adına bir teklifi aldım. Açıkçası ilk başta Aberdeen’deki finansal desteklerimi bırakıp Edinburgh’a gitme fikri bana çok sıcak gelmiyordu. Fakat sonra kaldığım yerde daha çok öğretim ve idare işleri ile uğraştığımı fark edince finansal desteklerden vazgeçip araştırmayı ön planda tutmak amacıyla Edinburgh’a gitmeye karar verdim.
Diyebilirim ki Edinburgh benim için gerçek iş yerim oldu orada otuz bir yıl geçirdim. Aberdeen’de eğitim işim, araştırma ise hobim idi. Fakat Edinburgh’ta araştırma işim, eğitim hobim oldu. Bu yeni durumumdan çok daha mutluydum. Buradaki çalışmalarımda Parkinson hastalığı modelleri üzerinde çalıştım özellikle dopaminin bu hastalık ile ilgili hususları üzerinde yoğunlaştım ve buradaki çalışmalarımda önemli bulgulara ulaştık. Daha çok nöro-transmiterlerin anatomi, fizyoloji ve davranışlar üzerindeki etkisi konularına yoğunlaştık.
Biz sizi daha çok basal ganglia (Beyinde bir bölge) üzerinde özellikle hareket fonksiyonları bozukları ve Parkinson üzerinde yaptığınız çalışmalardan tanıyoruz. Bu konuları araştırmaya karşı ilginiz nasıl oluştu?
Bu konulara ilgim Stockholm’deki tecrübelerim üzerine oluştu. Biz dopaminin salgılanmasının Parkinson hastalarında eksik olduğunu biliyorduk. 1972-73 yılları arasında maymunlar üzerine çalışan bir grup ile araştırmalara katıldım. Buradaki çalışmalarımızda korteks bölgesinin matematiksel sistemlerini anlamaya çalıştık. Bu sistemler ile davranış hareketlerini de aydınlatmayı umuyorduk. Bunun yanı sıra sinirler arasındaki iletişimi de anlamaya çalıştık. Tüm bu çalışmalar beni motor hareketlerinin beyindeki oluşumu hakkında meraklı biri haline getirdi.
Parkinson hastalığı halen bir çok gizemi içinde barındırıyor ve etkili bir tedavi yöntemi de geliştirilebilmiş değil. Neden hala bu hastalık ile ilgili etkili bir tedavi yöntemi geliştiremiyoruz?
Sanırım bu sorunun doğru adresi farmakologlar olsa gerek zira çok az kişi gerçekten bu hastalığa tedavi üretmeyi hedeflemektedir. Zaten teşhislerde hastalığın çok ilerleyen fazlarında yapılabilmektedir. Erken teşhis koyulamaması tedavi üretmeyi de zorlaştırıyor. Parkinson hastalığını gözlemlemek için yapılan hayvan modellerinde her ne kadar belli sinirleri zehirli kimyasallar ile ortadan kaldırasınızda gerçekte Parkinson hastalığını oluşturamıyorsunuz. Tabi ki bunun arkasında genetik faktörlerde var. Parkinson hastalığına neden olan genlerin varlığı hakkındaki bilgilerimiz halen çok az. 25 yıllık çalışmalarda sadece hastaların yüzde 10’nun genetik kusurlardan dolayı Parkinson hastalığına yakalandığı tespit edilmiş. Hastaların yüzde 90 kadarının Parkinson hastalığına yakalanma nedeni ise genetik değil. Elbette sinirleri koruyucu bir takım ilaçlar üretildi fakat halen detaylı olarak sinirler arasındaki iletişim uyumsuzluğuna çözüm oluşturamıyorlar.
Son zamanlarda ekibiniz ile beraber yayınladığınız bir çalışmada neostriatum(Beyinde bir bölge) bölgesinde iki bölgedeki sinirlerin bir biri ile iletişim halinde olmadığını aydınlattığınız bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?
Aslında bu çok öncelerden beri araştırmacıların anlamaya çalıştığı bir soruydu. Striatum bölgesinde sinirlerin iletişim yollarının çözümlenmesi için teknolojinin de gelişmesi gerekiyordur. Son gelişen virüs teknolojileri ile artık sinirleri belli bölgelerde etkisiz hale getirebiliyor ve iletişim yollarını anlamaya çalışıyoruz. Bu iletişim yolları aynı zamanda Parkinson hastalığında da rol almakta. Bu açıdan bakınca hikaye biraz daha heyecanlı oluyor. Biz sinirlerin dolaylı veya doğrudan iletişim yollarının da aktif olabileceği fikrine şüpheli yaklaşmaktayız. Aksi takdirde bunun bildiklerimiz açısından gerçekçi olmayan bir hipoteze kapı aralayacağı kesin. Şu anki çalışmalarımda iki amaç taşıyorum; birincisi striatumda kaç tane sinir aktif olunca diğer sinirler ile iletişimin oluştuğu, ikincisi ise 3 boyutlu görüntüleme teknikleri ile sinirlerin nasıl bir iletişim stratejisi olduğunu anlamaya çalışıyorum.
Biraz da OIST hakkında konuşmak istiyorum. OIST hakkında neler söylemek istersiniz? Biliyoruz ki bu araştırma yuvası çok eşsiz bir sistemle ile idare ediliyor.
Buranın birinci öncelliği araştırma olduğu için bizim lisans öğrencilerimiz yok. Bu bir bakıma avantaj sağlarken bir bakıma da dezavantaj oluşturuyor. Avantajlı kısmı hazır yetenekli lisans üstü öğrenciler ile çalışıyor olmanız sizin hiç beklemediğiniz sürpriz ve güzel sonuçlara da ulaşmanızı sağlıyor. Bunun yanı sıra biz bölümlerin oluşturduğu yapay bariyerleri kırmak için bolümler yerine birimler tabanlı bir sistem geliştirdik. Buradaki amacımız insanlar arasındaki iletişimi üst seviyelerde tutmak ve fikir alışverişlerinin daha aktif olmasını sağlamaktı. OIST’e iki şeyi çok seviyorum: Biri kültürlerin veya sistemin getirdiği hiyerarşik bariyerlerin yıkılması sonucunda bilim insanlarının birbirleri daha içli dışlı olması; ikincisi ise eğitimin bu kurumda bir hobi olması.
Son olarak son derece önemli ve büyük tecrübelerden geçmiş biri olarak genç araştırmacılara tavsiyeleriniz nedir?
Doğrusu bu sorunun sorulacağı doğru kişi olduğumdan emin değilim. Tavsiye vermekte de pek iyi değilim ama söyleyebileceğim bir tek şey varsa o da yapacağınız araştırmalarla eğlenmeyi bilin. Açıkçası sevmediğiniz şeyi yapamazsınız. Severseniz yaptıklarınızdan sonuçlar aldığınızda göreceksiniz. O zaman benim de yakalandığım ve günümüze kadar devam eden “araştırmadan duramama” hastalığına sizler de yakalanmış olursunuz. Bu serüven sizi tahmin edemeyeceğiniz yerlere kadar götürebilir. Dolayısıyla her şeyin özeti iki kelime; sevin ve yapın. Araştırmada her şeyin başı bu işe her şeyi ile adanmış bir sevgiden geçer.
Mustafa Korkutata: Sayın Gordon Arbuthnott, bu güzel söyleşi ve bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Daha çok bilim makalesi okumak isterseniz bilim kategorimizi ziyaret edebilirsiniz.
Film izlemeyi seviyorsanız Film.BuradaBiliyorum.Com sitemizi, Dizi izlemeyi seviyorsanız Dizi.BuradaBiliyorum.Com sitemizi forumlarla ilgileniyorsanız Forum.BuradaBiliyorum.Com adresini ziyaret edebilirsiniz .