Sozialen Medien

#Silsile: Bir Filmde Attilâ İlhan ve Turgut Uyar’ın Dizelerine Rastlamak #SosyalMedya #Tv #BB

Silsile: Bir Filmde Attilâ İlhan ve Turgut Uyar’ın Dizelerine Rastlamak

Alımlama estetiği, başlangıçta Konstanz Okulu temsilcileri tarafından yazınsal metinlerin çözümlenmesi için geliştirilen, metin/okur ilişkisi ekseninde ilerleyen bir yaklaşımdır; ancak zaman içinde farklı disiplinlerde üretilen metinlerin çözümlenmesinde de kullanılmaya başlamıştır. Göstergebilim ile yorumbilim arasındaki ilişkiyi gündeme getiren Umberto Eco, bir anlatıya yazar ya da metin merkezli yaklaşımların yanı sıra okur/alımlayıcı merkezli bir yaklaşımın da geliştirilmesine katkıda bulunarak Lector in fabula adlı yapıtında alımlama estetiği / alımlama göstergebilimi kuramına ilişkin temel kavramlarını açıklar. Bu kavramlardan biri “örnek okur”dur. Bir metinde örtük olarak verilen kodların çözümlenmesi için metiniçi bir örnek okur geliştirir. Alımlayıcıya tek bir anlamın kendini zorla kabul ettirmesini önlemek gerektiğini savunan Eco, Açık Yapıt’ta “Bir metin, açık ve devingen bir yapıda olmalıdır” der. Eco’nun göstergebilim kuramında bunların yanı sıra var olan bir diğer kavram olan “ansiklopedik bilgi”, Betül Parlak’ın Umberto Eco’da Kuram-Uygulama İlişkisi: Lector in Fabula’dan Gülün Adı’na başlıklı çalışmasında belirttiği gibi, örnek yazar ve örnek okurun var oluşunu, gerçekleşmesini sağlar. Bu bilgi, bizim gerek yaşam gerek okumalarımızdan edindiğimiz bilgiler aracılığıyla oluşur. Yeni karşılaştığımız her metne bu ansiklopedik bilgi çerçevesinde yaklaşırız ve bu metni yorumlarız. Sedat Demir, Umberto Eco ve Yazınsal İletişim: Okur ve Yorum adlı kitabında ansiklopedik bilginin bireysel ve kolektif bellekle oluştuğunu belirtir. Ben, bu yazımda Ozan Açıktan’ın 2014 yapımı Silsile adlı filmini bireysel bellek üzerinden çözümlemeyi deniyorum.

“Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta

Her şey naylondandı o kadar”**

Silsile, açılış sekansından başlayarak gerek anlatının geçtiği mekânlar ve zaman, gerek anlatı kişileri arasındaki ilişkiler ve buna bağlı olarak gelişen olaylar nedeniyle Attilâ İlhan’ın “Tut ki Gecedir” ve Turgut Uyar’ın “Geyikli Gece” şiirlerini çağrıştırdı. Bazı sahneler, kare kare bu şiirlerde geçen dizelere karşılık geldi. İzleyiciyi filmin atmosferine dahil eden, karakterlerle tanıştıran ilk sahnede görkemli bir kutlama betimlenir. İlk bakışta izleyicinin gördükleri, hiç tedirgin edici anlar değildir ama beraberinde başlayan müzik ve kameranın hızı, bu ilk görüntülere aldanmamamız gerektiği konusunda bizi uyarır. “Geyikli Gece”de “korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta” diyen Uyar’ın ironisi, filmin açılış sekansında da kendini hissettirir. Her şeyin “naylondan” olduğunu da birkaç dakika sonra karakterler arasındaki ilişkilere tanıklık etmeye başlayınca anlarız. Cenk, yıllar sonra yurt dışından çok yakın arkadaşı Faruk’la birlikte bir iş yapmak üzere dönmüş, döndüğü gece, eski sevgilisi Ece’yle karşılaşmıştır. Anlatı zamanını temel alırsak, Cenk’in dönüşü, her şeyin başlangıcıdır. Ece, Faruk’la birliktedir; ancak açılış sekansındaki kutlama bittikten sonra “Neden şimdi döndün?” sorusunu sormak ve geçmişin bir hesabını görmek üzere Cenk’in evine gider. Birlikte olsalar da film boyunca aralarında gerçek bir bağ göremediğimiz Ece ile Faruk’a karşı Ece ile Cenk’in bir biçimde yarım kalmış ilişkileri, Cenk’in ürkekliğine rağmen, başlamak için bir kıvılcımı bekler. Hiçbir şeyin umurlarında olmadığı bir an gelir ve Ece’nin cesaretiyle aşk, alevlenir; ancak bir süre sonra Cenk, evde yalnız olmadıklarını fark eder. Yaşadıkları o anın iki tanığı vardır: Faruk’un evi boyamaları için anlaştığı ama o gece, eve hırsız olarak giren Tayfun ve kardeşi Kılıç. Ece, Cenk’le öpüşmelerini hırsızların kameraya kaydetmiş olmalarından; hırsızlar ise polise haber verilmesinden tedirgindir. Kılıç, bir fırsatını bulur ve evden kaçar; ancak Tayfun, Ece’nin arkasında belirince Cenk’le dövüşmeye başlarlar. O sırada Ece’nin ittirmesiyle Tayfun, merdivenlerden düşerek ağır yaralanır. Önce öldüğünü zannederler. Yaşadığını fark edince ambulansı ya da Faruk’u aramayı düşünseler de o gece, gizlemek istedikleri ikinci bir olay daha yaşanmıştır artık ve bu yüzden Cenk, önce Ece’yi evden uzaklaştırır. Onu korumak ve her şeyi kendisi çözmek için böyle bir çözüm bulur ama Ece için dışarısı da güvenli bir alan değildir; çünkü onu izleyen, o gece yaşanan bu ikinci olay nedeniyle peşine düşen birileri vardır.

“Sırlar, korkular ve itiraflar

kükürtlü dumanlar yükselir

korkuya batmış

camkırığı adamlardan

tehlikeye büyür sakalları”*

 Yardım istemek için Faruk’u arayan Cenk, bir yandan Ece’nin kalan eşyalarını ortadan kaldırır. Birkaç dakika sonra Faruk’un avukatı Merve’nin eve gelmesiyle anlatıda Ece ve Cenk’ten başkalarının da saklamak istedikleri bazı şeyler olduğu yavaş yavaş açığa çıkar. Cenk, Faruk’u ambulans çağırması için aramıştır. Oysa olayın yaşandığı binanın ruhsatı yoktur, elektriği kaçaktır. Faruk, bu nedenlerle ambulansa olay yeri olarak binanın adresinin verilmesini istemez. Onun için Tayfun’un yaralanması ve ölme olasılığı değil, bu ruhsatsız binada olayın gerçekleşmesi meseledir. Ambulans gelmeden Tayfun’u sokağa taşıyıp kaza süsü vermeye karar verir. Cenk, adamın ölmesinden korkarken Faruk, Tayfun’u yaralı bir biçimde sokakta buldukları yönünde bir hikâye hazırlar. Öncelik, başkadır. Faruk’la Merve, olayı nasıl sorunsuz çözebileceklerini planlarlarken Cenk, Tayfun için bir şeyler yapmanın peşindedir. Film boyunca gizlemek zorunda kaldıklarından dolayı huzursuz olan ve bunları telafi etmek için samimiyetle uğraşan tek karakterdir. Örneğin, başından itibaren, en yakın arkadaşının evlenmek üzere olduğu kadınla yeniden birlikte olmayı deneyen “kötü adam” olarak resmedilmez filmde. Buna bağlı olarak da Ece – Cenk – Faruk arasındaki ilişki; sadakat, ihanet ve benzeri kavramların tartışmaya açık duruma gelebileceğini izleyiciye gösterir. Ece ile Cenk’in geçmişte ilişkileri varken Faruk, Ece’yi o zamandan beri beğendiğini itiraf eder Cenk’e ve o da bu itirafı sükunetle karşılar. Başkaları bir zarar gördüğünde ve Cenk, bunda kendi payının olduğunu düşündüğünde durumu düzeltmek için uğraşırken kendisiyle ilgili konularda, örneğin Faruk’un altı yıl sonra gelen bu itirafına karşı, son derece tutuktur. Ne bir tepki verir ne de ne hissettiğini tam olarak yansıtabilir.

Cenk’le Faruk, Tayfun’un yaralandığı binada bu konuşmayı yaparken onları, bu mekânda; Ece’yi ise Karaköy sokaklarında bekleyen tehlikelerden habersizdirler. Kılıç, binadan çıkan Ece’yi takip eder ve Tayfun’a ne olduğu hakkında bir şey öğrenemeyince onu bir arabanın içinde alıkoyar. Mekân, Karaköy’ün arka sokaklarıdır. Gece, çevrede kimsenin olmadığı bir yerde bulunan arabada Ece, çığlığını duyurmaya, arabanın camına vurarak kurtulmaya çalışır. Arka arkaya gelen bu sahnelerdeki her iki karakterin yaşadığı korku (biri ağabeyi, diğeri kendisi için endişelenir) ve mekânların tedirgin ediciliğiyle birlikte devinimsizliği, İlhan’ın “tut ki gecedir” şiirinde “karanlık sıvaşır ellerine camlardan / birden kırmızıya döner / trafik ışıkları” dizeleriyle betimlenen korku, tedirginlik ve devinimsizlikle koşutluk gösterir. Ece, ağzı da kapatıldıktan sonra çaresizce kurtulmayı beklerken Kılıç ve daha sonra onun çağırdığı diğer adamlar, aralarından birini kaybetmenin ya da polisle başlarının derde girme olasılığının neden olduğu korkuyla gayet iyi bildikleri bir yola saparak kendilerine bir çıkış bulmayı denerler ve zorbalaşırlar; çünkü şiddet, onların hayatında olağandır. Ece’den sonra Cenk ve Faruk’u da evde sıkıştırırlar. Büyük kentin dişlilerinden kendilerini sıyırıp ayakta kalabilmek için ya fiziksel güçle ya da ellerindeki bir bıçakla dar bir alanda bir erke sahip olmaya çalışan adamlar, Uyar’ın şiirinde betimlediği o ütopik geyikli gecede var olamazken kendilerininkiyle beraber başkalarının, Cenk ve Ece’nin, gecesini de kabusa çevirirler. Ellerinde kurtarabilecekleri değil bir hayat, bir gece bile yoktur. Bu yüzden bıçağa davranıp onu birinin boğazına dayamaları da kolaydır. Bu sahnelerden itibaren anlatı kişileri, korkulacak çok şeyin olduğunu görürler ama her birinin kaybedeceği şeyin ağırlığı, ötekininkinden farklıdır.

Cenk’in Dönüşümü

Kılıç ve beraberindekiler, her an birilerine saldırmaya hazırdır. Oysa kendisine bıçak çekildiğinde bile sakin kalan Cenk, Ece’ye bir zarar verildiğini düşündüğünde ilk defa saldırıya geçer. Ece’yi alıkoyan adamlardan biri olan Cihan’a hesap sorar ve aralarındaki ilişkiyi fark ettiğini hissettiren Cihan, ona diklendiğinde Cenk, geri adım atmaz. Anlatının başında Ece’ye karşı yeniden kendini gösteren ya da belki de hep var olan duygularından dolayı bir suçluluk hissetmez. Cenk’in edilgenlikten kurtularak etken bir duruma geçmesi, anlatının bundan sonrasında devam eder mi? Hayır. Bir anlık cesareti, Ece’yle eve dönüp gecenin başındaki yakınlaşmaları hakkında konuşmaya başladıklarında korkuya dönüşür. Hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmayı teklif eder. Faruk’la konuşmayı göze alamaz. Buna karşı Ece, kararlıdır, ne istediğinin farkındadır ve Cenk’e Faruk’la evlenmeyeceğini söyler. Uyar’ın “geyikli gece”si, yaşanmak, ulaşılmak istenen düşsel bir zamanı anlatır ve şiir boyunca korkularından, tutsaklıklarından kurtulacakları, aşkın var olduğu ütopik bir gece betimlenir. Cenk’in yine geri adım attığı konuşmalarında Ece, ne istediğini çok net ifade ederken aslında filmin başında nasıl bir gece ve sonrasında kiminle birlikte nasıl bir gelecek tahayyül ettiğini de dile getirir çekinmeden. Ece’nin düşsel zamanında Faruk’a her şeyi anlatıp evlenmekten vazgeçerek Cenk’le birlikte olmak vardır. Film, Cenk’i “kötü adam” olarak resmetmezken Ece’yi de geleneksel ataerkil anlatılarda her daim karşımıza çıktığı gibi, evleneceği adamı en yakın arkadaşıyla aldatan “kötü kadın” olarak resmetmez. Karakterlerin eylemlerinin nedenlerini diyaloglarla ya da izleyen bir sahnede yine bir eylemle açıklarken hem birkaç paragraf önce söylediğim gibi sadakat ve ihanet gibi konuları yeniden gözden geçirmemizi teklif eder hem de karakterleri tek boyutlu anlatı kişileri olmaktan kurtarır. Bu sahnedeki konuşmalarının en açıklayıcı ve anlatıyı besleyen yerlerinden biri de şudur: Filmin başında yakınlaşmalarından önce Cenk, Ece’nin “Neden şimdi geldin?” sorusuna yanıt veremezken Cenk, aynı soruyu bu sahnede sorduğunda Ece’nin yanıtı nettir: Seni görmek için geldim! Aynı soruya Cenk’in yanıt veremezken Ece’nin dürüstçe yanıt vermesi, karakterler arasındaki karşıtlıkları verir ve aynı zamanda korkunun ve cesaretinde kimde daha ağır bastığını da gösterir. Ece, o gece yaşadıklarından sonra artık daha fazla korkması gereken bir şeyin olmayacağının farkındadır. Korkunun sınırına varması, Ece’ye tereddütsüz bir adım atacak cesareti verir. Ece, konuştukça Cenk de çözülür. Bir köşede duran bir adamken şimdi her şeyin merkezinde durmasının nedeninin Ece olduğunu söyler. Ece’yle karşılaştıklarında korktuğunu itiraf eder. Üçünün bir arada yan yana durmasının mümkün olmadığını düşündüğü için de yine kaçmayı planlar. Uyar’ın “Ama geyikli geceyi bulmadan önce / Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.” dizesinin ve Ece’deki cesaretin tersine Cenk, ütopik bir anı hayal bile etmekten korkar. Ece’nin istediği ise asla Cenk’i bir hedef haline getirmek değildir. Kenarda, bir köşede durduğu anı onunla paylaşmak ister. Birbirlerinden kaçmadıkları, açık oldukları ve cesaret edebildikleri takdirde Uyar’ın “geyikli gece”sini bulabileceklerine emindir.

İkimiz Bir Kenarda Duralım…

Ece’yle Cenk’in bu çözülmelerine karşı izleyici, Faruk ve Merve’nin aralarında bir ilişki olduğunu öğrenir. Böylece, kimin kime ihanet ettiği, Faruk’un sadakati hak edip etmediği de ortaya çıkar. Cenk, Ece’yle yakınlaşma olasılığından korkup kaçmayı düşünürken ve Ece, Faruk’a her şeyi dürüstçe itiraf etmeyi göze almışken Faruk, Merve’yle ilişkisini düzeltmenin derdindedir. Ece’nin cesaretiyle birlikte netliği, Cenk’e son anda Ece’yi durdurma cesaretini verir ve artık “Hiçbir şey umurumda değil” diyebilen bir Cenk görürüz. Faruk’a her şeyi birlikte itiraf etmeyi teklif eder. Cenk’in çözmek istediği tek sorun vardır: Evde olan kazada Tayfun ölürse cinayetin Ece’nin üstüne kalmasını istemez. O sırada Ece’yle Cenk’in o gece yakınlaştıklarını öğrenen Faruk, onlara hesap sorma hakkını kendinde görerek eve gelir ama karşısında “Ben buraya seninle neden olmadığını görmeye geldim” diyen Ece ve Ece’yi unutamadığını açıkça söyleyen Cenk’i bulur. Faruk’un “Ben her şeyi bizim için yaptım” diye başlayan savunmalarına karşı Cenk, Faruk’un o gece örtbas ettiği ne varsa her şeyi Ece’nin babasından korktuğu için yaptığını yüzüne vurur. Aralarındaki hesaplaşma biterken gün ağarır ve Tayfun’un ölüm haberi gelir. Bu ölüm, bir diğerini izleyecektir. Bu defa Faruk, edilgen bir konumda olan biteni izlerken Cenk, cinayetin Ece’nin üstüne kalmaması için karakola gitmek üzere evden çıkar. Karşısına çıkan Kılıç, Cenk’i öldürür. Ece’yle Cenk, “geyikli gece”ye ulaşamazken birbirini izleyen bu suçların en ağır bedelini ödeyen, Cenk olur. Anlatının merkezindeki iki erkek karakter arasındaki karşıtlıklar, bu sonda etkilidir. Faruk, bir engelle karşılaştığında bunu gücünü kullanarak bertaraf etmenin yollarını arar ve çoğu zaman da her şeyi kılıfına uydururken Cenk, çevresinde bulunan birilerine yardım etmek isterken ya da onları korumayı öncelerken kendini hedef haline getirir. Ece ve Cenk’le beraber izleyicinin de istediği, muhtemelen, bütün bu olaylardan ikisinin sağ çıkması, yani ütopik bir finaldir. Oysa filmde neden – sonuç ilişkisinin birbirine gayet sağlam biçimde bağlandığı olaylar, karakterlerin attığı adımlar, kendilerini o adımları atmaya hazır hissettikleri anlar, verdikleri ve veremedikleri kararlar, korkuları ve cesaretleri, Cenk ve Ece’ye böyle bir son yazar.

*Attilâ İlhan, “tut ki gecedir”, Elde Var Hüzün, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2001, s. 11.

** Turgut Uyar, “Geyikli Gece”, Büyük Saat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, s. 111 – 113.

Kaynakça

Demir, S. (2016), Umberto Eco ve Yazınsal İletişim: Okur ve Yorum, Dante Kitap: İstanbul.

Eco, U. (1992), Alımlama Göstergebilimi, çev. Sema Rifat, Düzlem Yayınları: İstanbul.

Rifat, M. (1998), XX. Yüzyılda Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları: 1. Tarihçe ve Eleştirel Düşünceler, Yapı Kredi Yayınları: İstanbul.

İlhan, A. (2001), Elde Var Hüzün, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul.

Parlak, B. (2000), Umberto Eco’da Kuram-Uygulama İlişkisi: Lector in Fabula’dan Gülün Adı’na, İ. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi: İstanbul.

Uyar, T. (2011), Büyük Saat, Yapı Kredi Yayınları: İstanbul.

Daha çok bu tarz yazılar okumak isterseniz sosyal medya kategorimizi ziyaret edebilirsiniz.

Film izlemeyi seviyorsanız Film.BuradaBiliyorum.Com sitemizi, Dizi izlemeyi seviyorsanız Dizi.BuradaBiliyorum.Com sitemizi forumlarla ilgileniyorsanız Forum.BuradaBiliyorum.Com adresini ziyaret edebilirsiniz .

Ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert

Schaltfläche "Zurück zum Anfang"
Schließen

Please allow ads on our site

Please consider supporting us by disabling your ad blocker!